“Türkiye’nin en büyük bin şirketi içerisinde sendikalaşma oranı yüzde 13 seviyesinde; bu, çok ciddi bir sorundur. Emekçiler örgütlenmedikleri zaman ücretler, asgari ücret düzeyinde sıkışıp kalıyor. Bunun aşılması için örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan zihniyeti yıkmamız lazım.”
Bu sözlerin bir işçi önderine ya da işçi sınıfının temsilcisi bir siyasi parti liderine ait olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Bu sözler, 2016’dan bu yana -yani yedi yıldır üst üste- Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) yayınladığı Küresel Haklar Endeksi’nde 148 ülke içinde “işçiler için en kötü 10 ülke” arasında yer alan Türkiye’nin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na ait.
ITUC, her yıl ülkeleri uluslararası hukuk normlarında kabul görmüş sendikal hak ve özgürlükleri içeren kolektif hakların hükümetler ve işverenler tarafından ihlal edilip edilmediğini değerlendiriyor ve bir derecelendirme yapıyor. İşte bu derecelendirmede Türkiye hak ihlallerinin en fazla olduğu 10 ülke içinde yer almayı alışkanlık haline getirmiş durumda.
Türkiye’nin altı yıldır “utanç verici” bu liste içinde yer almasına neden olan gerekçeler ise şunlar: Örgütlenme hakkının ve sendikal faaliyetlerin polis şiddeti de kullanılarak engellenmesi, sendikalaşmaya çalışan işçilerin toplu işten çıkartılması, sendikacıların sendikal faaliyetleri nedeniyle yargılanması ve tutuklanması, siyasi iktidara yakın olmayan sendikalara ve üyelerine yönelik ayrımcılık, grevlerin yasaklanması ve baskı kullanılarak engellenmesi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, Türkiye’nin bu utanç listesinde yer almasının müsebbibi içinde yer aldığı hükümet değilmiş gibi örgütlenme hakkından söz ediyor, bununla da kalmayıp “… örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan zihniyeti yıkmamız lazım” sözleriyle çalışma yaşamından sorumlu bakan olarak mensubu bulunduğu hükümetin sahip olduğu zihniyetin ve dolayısıyla hükümetinin yıkılması gerektiğine işaret ediyor! Hem de öyle dost, ahbap sohbetinde falan değil, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda yani bakanlık görevini ifa ederken…
Bu söz Bakan’ın samimi düşüncesi olsa, bu sözün edildiği saat içinde, saraydan bakanın görevden affını istediği(!) ve bunun kabul edildiğine dair bir açıklama gelirdi. Bir bakanın içinde yer aldığı hükümetin yıkılmasını istemesi elbette absürt (gerçek dışı, saçma) bir durumdur. O halde “Söyleyene değil söyletene bak” atasözünü anımsamanın tam da vaktidir.
“… Örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan zihniyeti yıkmamız lazım” sözü Bakan’ın samimi görüşü olamayacağına göre, bu sözü hangi koşulların gereği olarak sarfettiğine bakmak gerekir. Gönül isterdi ki güçlü bir işçi hareketi olsun ve Bakan’ı bu sözleri söyletmeye mecbur bıraksın. Maalesef durum böyle değildir. Bu sözler, 20 yıllık iktidarı boyunca emekçilerin haklarını ellerinden alarak, onları güvencesizleştiren, yoksullaştıran bir partinin -Meclis’te kabul edilen ek bütçenin gerekçesinde yazdığı gibi- “sosyal adaleti sağlayacağı” ya da “ücretleri enflasyona ezdirmeyeceği” gibi “gerçek dışı” söylemlerin devamıdır.
Hükümet üyelerinin ve AKP temsilcilerinin son zamanlarda giderek daha çok tanık olduğumuz bu “saçmalama” hali şüphesiz seçim atmosferine girilmiş olunmasının bir tezahürüdür. Seçimler yaklaştıkça AKP kaybettiği toplumsal desteği geri kazanmak için Kürt meselesinde ve diğer pek çok konuda izlediği “omurga yoksunu” tavrını, geçmişte kendi oy tabanını oluşturan emekçi kitleler üzerinde yinelemektedir.
Hazine ve Maliye Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı, İçişleri Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve diğerlerinin “saçmalama” olarak tanımlayabileceğimiz açıklamaları, suçluluğu örtme, gerçekleri saptırma ya da oy devşirme taktiği olarak değerlendirilebilir. Ama unutmamak gerekir ki ülkeyi yönetmekle yükümlü olanların bu denli ölçüsüz saçmalaması, karşılarında kendilerine çekidüzen vermelerini gerektirecek bir toplumsal gücün, muhalefetin bulunmamasındandır.
Örneğin Vedat Bilgin’in -en büyük işçi konfederasyonun temsilcisinin de bulunduğu bir ortamda- bu denli saçmalama cesaretini kendinde bulabilmesi, o anda ya da daha sonra bunu yüzüne vurabilecek basirette bir iradenin olmayışındandır. O halde hükümetin giderek artan saçmalamalarını anlamak/anlamlandırmak için “saçmalayana değil saçmalamaya olanak verene bak”mak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder