25 Eylül 2008 Perşembe

AVRUPA BİRLİĞİ’NDE ÇALIŞMA STANDARTLARI VE SOSYAL HAKLAR

(Bu yazı İktisat Dergisi’nin Ekim 2004 tarihli 454. sayısında yayınlanmıştır)

Genel Bakış

İçinde bulunduğumuz süreçte Türkiye’nin gerek ekonomik, gerekse toplumsal sorunlarının neredeyse bütünü Avrupa Birliği’ne uyum üzerinden değerlendirilmekte ve tartışılmaktadır. Bu bağlamda, hükümet, sermaye kesimi ve medyanın önemli bir bölümü, AB’ye üye (ya da entegre) olunmasıyla birlikte, ekonomideki sorunların ortadan kalkacağını, demokrasi ve insan hakları konusunda da önemli ilerlemeler sağlanacağını mutlak bir kabul içerisinde savunmakta ve toplumda da bu yönde bir beklenti oluşmasına çalışmaktadır.

AB süreci içinde tartışılan temel konulardan biri de çalışma standartlarını ve sendikal hakları da içeren sosyal haklardır. Türkiye’de sosyal hakların geriye götürülmesi büyük ölçüde, yeni liberal politikaların yaşama geçirilmesini öngören 24 Ocak karalarının alındığı ve 12 Eylül askeri darbesinin gerçekleştirildiği 1980 yılına dayanmaktadır. 1980 yılıyla birlikte, sendikal haklar büyük ölçüde ortadan kaldırılmış ve emek kesiminin sosyal haklarını korumak ve ileri götürmek üzere örgütlü olarak mücadele etmesi engellenmiştir. Bu ortam içerisinde bir taraftan, devletin sosyal işlevini ortadan kaldırmak üzere, sosyal harcamalar azaltılmış, sermaye dışı toplum kesimlerinin üzerindeki vergi yükü ağırlaştırılmış, kamu işletmeleri ve kamu hizmeti veren kuruluşların özelleştirilmesi ya da piyasalaştırılmasına yönelik uygulamalar yaşama geçirilmiştir. Diğer taraftan ise, üretim ilişkilerinin esnekleştirilmesi amacıyla, kayıt dışı ve esnek istihdam biçimleri yaygınlaşmıştır. Böylece, iş, ücret ve sosyal güvenceden yoksun çalışma biçimi yaygınlaşmış, işsizlik artmış ve ücretler genel düzeyi önemli ölçüde azalmıştır. 1980’den bu yana geçen 20 yılı aşkın sürede yeni liberal politikalar etkin bir biçimde uygulanmaya devam etmiş ve bu uygulamaların sonucu olarak çalışma yaşamında ortaya çıkan sorunlar daha da derinleşmiştir.

Bugün, çalışma yaşamı ve sosyal haklar konusunda AB bağlamında yürütülen tartışmalar büyük ölçüde, yeni liberalizmin ortaya çıkarttığı olumsuz koşulların AB’ye üyelik ile ortadan kalkıp kalkmayacağı ya da en azından olumlu bir gelişme gösterip gösteremeyeceği doğrultusundadır. Sendikaların önemli bir bölümünün de içinde yer aldığı bir kesim, AB’ye üye olunmasıyla birlikte çalışma yaşamında ve sosyal haklarda önemli bir iyileşme olacağı beklentisindedir. Avrupa’nın demokrasinin beşiği olarak kabul görmesini de sağlayan sosyal mücadeleler ve bu mücadelelerle elde edilmiş olan haklar, bu beklentilerin en önemli dayanağını oluşturmaktadır.

Gerçekten, sanayileşmenin ilk sancıları, AB’nin temelini oluşturan ülkelerde yaşanmış ve bunun sonucu olarak, işçi sınıfı mücadelesi de bu ülkelerde doğmuş ve gelişmiştir. Bu bağlamda, emekçiler için bir çok siyasal ve sosyal hakkı içeren özgürlükçü demokrasi anlayışı da yine bu ülkelerde gelişmiştir. Türkiye, sermaye birikim sürecine olduğu gibi yine bununla bağlantılı olarak ele alınması gereken demokrasi anlayışı bakımından da Avrupa’ya çok geç bir dönemde eklenmeye çalışmış ancak, toplumsal yapıdan da kaynaklanan nedenlerle bunu gerçek anlamda özümseyememiş ve yaşama geçirememiştir. AB’ye üyeliğin Türkiye’deki çalışma yaşamı ve sosyal haklar konusunda iyileşmeye yol açacağı beklentisinde olanlara göre; üyelik ile birlikte Türkiye, özgürlükçü demokrasinin doğduğu ve geliştiği bu ülkeler tarafından konulmuş olan kurallarla bağlı olacak ve bugüne kadar özümseyemediği demokrasi anlayışını uygulamak zorunda kalacaktır. Böylece, bu demokrasi anlayışının da gereği olan çalışma standartları ve sosyal haklar Türkiye için de geçerli olacaktır.

Avrupa ülkelerindeki çalışma ilişkileri ve sosyal hakları da içeren özgürlükçü demokrasi anlayışını (geçtiğimiz 25- 30 yılı göz ardı etmek koşulu ile) tarihsel süreç içinde ele aldığımızda, AB üyeliğinin olumlu gelişmeler sağlayacağı beklentisinde olanlara katılmamak mümkün değildir. Zira, tarihsel süreçte Avrupa topraklarında yürütülen emek ve demokrasi mücadelesi ile bu alanlarda önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bunun bir sonucu olarak, AB ülkelerinin önemli bir bölümünde çalışma standartları ve sosyal haklar Türkiye’den daha ileri düzeydedir.

Ancak, kapitalist sistemi 1970’lerin başında içine girdiği krizden çıkaracağı varsayılan yeni liberal politikalar, AB’yi oluşturan ülkeler tarafından da benimsenmiş ve uygulamaya konulmuştur. 1970’li yılların ortalarından itibaren uygulanmaya başlayan yeni liberal politikalar, bu ülkelerde de çalışma standartları ve sosyal hakların gelişmesinde önemli etkiye sahip olan refah devleti uygulamaları ve üretim sistemlerinin dönüşümüne neden olmuştur. Böylece, Türkiye’de 1980’de yaşanmaya başlayan sürece benzer şekilde, devletin sosyal işlevi yerini piyasalaşmaya bırakmış, üretim sistemleri ise emek maliyetini en az düzeye indirecek biçimde esnekleştirilmiştir. Bu uygulamaların sonucu olarak da yine Türkiye’dekine benzer biçimde bir taraftan, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kamu hizmetlerinin bütçe içindeki payı azaltılarak bu alanlar piyasalaştırılmış ya da özelleştirilmiştir. Diğer taraftan ise iş, ücret ve sosyal güvenceyi büyük ölçüde ortadan kaldıran esnek istihdam biçimleri yaygınlaşmıştır.

Yeni liberal uygulamalar, sendikaları da olumsuz yönde etkilemiştir. Bu olumsuzluk özellikle, üretim sistemlerinin esnekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Üretim sisteminin esnekleşmesi ile birlikte yaygınlaşan esnek istihdam biçimleri, işçiler arasındaki farklılıkları öne çıkartmış, örgütlenmenin daha zor olduğu beyaz yakalı, kadın ve genç işçilerin istihdam içindeki payını arttırmıştır. Bu da sendikaların üye sayılanın önemli biçimde azalmasına neden olmuştur. Öte yandan, özellikle merkez kapitalist ülke sınıflamasına giren AB üyesi ülkelerde üretim, emeğin ucuz olduğu ülkelere kaymış bu da bir taraftan istihdamın azalmasına neden olurken diğer taraftan, sendikaların pazarlık gücünü zayıflatmıştır. Bu süreçte, talep yönlü ekonomi politikalarının yerini arz yönlü politikalara bırakması işçi sınıfının, devlet ve sermaye ile refah paylaşımını öne çıkartan uzlaşmayı ortadan kaldırmış ve bu kesimlerin işçi sınıfı ve dolayısı ile sendikalara karşı olan tutumunun sertleşmesine neden olmuştur. Böylece sendikalar gerek işyeri düzeyinde gerekse genel düzeyde güçlerini önemli ölçüde yitirmişlerdir.

Tüm bu koşullar altında, diğer kapitalist ülkeler gibi AB ülkelerinde de çalışma standartları ve sosyal haklar, yasal düzenlemeler ve fiili uygulamalar ile önemli ölçüde geriye götürülmüştür. Bu yöndeki düzenlemeleri gerek, AB normlarında gerekse, üye ülkelerin iç uygulamalarında görmek mümkündür. Günlük 8 saat olan çalışma süresini denkleştirme uygulaması ile 12 saate kadar çıkarılabilmesini sağlayan 93/104 sayılı direktif, AB normlarının bu yöndeki düzenlemelerine en açık örnektir. Üye ülkelerde kamu hizmetlerinin piyasa koşulları ile işletilmesini öngören “kamu reformu” uygulamaları, kamuda çalışma standartlarının ve sosyal hakların geri götürdüğünü gösteren önemli örneklerdir. Ayrıca, özellikle 2004 yılının ikinci yarısından itibaren, Wolkswagen, Opel, Siemens başta olmak üzere bir çok işletmede işçi çıkartılması tehdidi ile toplu sözleşmelerle çalışma saatlerinin uzatılması ve ücretlerin dondurulmasını da yine bu yöndeki örnekler içine almak mümkündür.

AB’de çalışma standartları ve sosyal hakları geri götüren uygulamalara yönelik örnekler daha da çoğaltılabilir. Ancak, bu çalışmada daha fazla tekil örnekler üzerinde durmak yerine Uluslararası Hür Sendikalar Konfederasyonu (ICFTU)’unun Ekim 2004’de açıkladığı, AB’de çalışma standartları ve sendikal politikaları içeren raporu ele alınacaktır.

AB’de Çalışma Standartları ve Sendikal Haklara İlişkin ICFTU Raporu*

ICFTU’nun AB içindeki temel çalışma standartları ve AB’nin sendikal politikalarını değerlendiren bu raporu, DTÖ Genel Konseyine sunmak üzere, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ve ICFTU’nun bu ülkelerdeki üye sendikalarına danışılarak hazırlanmıştır. Rapor esas olarak, Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Hakkı; Ayrımcılık ve Eşit Ücret; Çocuk Emeği; Zorunlu Çalışma olarak dört ana başlıktan oluşmaktadır. Bu başlıkların her birinin altında ilk olarak, AB’ye üye 25 devlet, ILO sözleşmelerini kabulü açısından değerlendirilmiş daha sonra ise bu ülkelerdeki duruma ilişkin ayrıntılı bir durum değerlendirilmesi yapılmıştır. Ayrıca raporda beşinci başlık olarak, AB’nin ticaret yapacağı ülkelerden uyulmasını istediği temel çalışma standartlarının değerlenmesine de yer verilmiştir.

1. Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Hakkı

AB’ye üye ülkelerin tümü ILO’nun Sendika Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına ilişkin 87 sayılı sözleşmesi ile, Örgütlenme ve Toplu Sözleşme Hakkına ilişkin 98 sayılı sözleşmesini imzalamışlardır. Buna karşın, Birliğe yeni katılan ülkelerin hemen tümünde örgütlenme ve grev hakkının yoğun biçimde engellenmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse, bu ülkelerde sendika kurma girişimleri nedeniyle işçiler tehdit edilmekte ve işten atılmaktadır. Örgütlenmenin başarıldığı ve toplu sözleşmenin gerçekleştiği işletmelerde işverenler, genellikle toplu sözleşme anlaşmalarına uymayı reddetmektedir. Örgütlenme ve toplu sözleşme hakkını ihlal eden bu uygulamalar, özellikle uluslararası şirketler ile yabancı sermayeli şirketlerde daha yaygındır. Ayrıca, kamu çalışanlarının toplu sözleşme hakkı engellenmekte, sözleşme yapılsa dahi bunun bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Grev hakkı bir çok sektörde yasaklanmıştır. Grevin yasak olmadığı alanlarda ise grev uygulamaları fiilen engellenmektedir.

AB’yi kuran ve daha önce üye olmuş ülkelerde ise gerekli yasal düzenlemelerin var olmasına karşılık, uygulamada örgütlenme ve grev hakkının kullanımı konusunda ciddi engellemeler olduğu belirlenmiştir. Bu ülkeler içinde, en gelişmiş “demokrasi”ye sahip olduğu düşünülen ülkeler de vardır. Örneğin, Belçika’da grev hakkı, mahkemeler tarafından önemli ölçüde engellenmektedir Almanya’da kamu çalışanlarının (öğretmenler de dahil olmak üzere) çok önemli bir bölümünün grev hakkı yoktur. İspanya’da grev hakkının uygulanmasının önünde birçok engel vardır. Ayrıca İspanya’da, yabancı işçilere grev ve örgütlenme hakkı tanınmamaktadır. İngiltere’de yasal düzenlemelerle grevler sınırlandırılmakta, işverenlere bireysel sözleşme yapmaları için işçilere teşvik verme hakkı tanınarak, sendikal örgütlenmeler engellenmektedir.

2. Ayrımcılık ve Eşit Ücret

AB ülkelerinin tümü, kadın ve erkek işçiler arasındaki ücret eşitliğine ilişkin 100 sayılı ILO sözleşmesi ile iş ve meslek bakımından ayrım hakkındaki 111 sayılı sözleşmeyi (Estonya hariç) imzalamışlardır. Buna karşılık, tüm AB ülkelerinin emek piyasasında cinsiyetler arası farklılıklar belirgin olarak sürmektedir. Bu ülkelerde kadınlar, kendileri ile aynı işi yapan erkeklere göre yüzde 15 ile yüzde 30 arasında değişen oranlarda daha az ücret almaktadır*. Ayrıca, bir çok ülkede Romanlara, sakatlara ve yabancılara karşı da istihdamda ve ücretlerde ayrımcılık uygulanmaktadır.


3. Çocuk Emeği

Asgari çalıştırma yaşı hakkındaki 138 sayılı ILO sözleşmesi (Çek Cumhuriyeti, Estonya ve Letonya hariç) ile çocuk emeğini çalıştırma biçimleri hakkındaki 182 sayılı sözleşme (Letonya hariç) tüm ülkeler tarafından imzalanmıştır. Buna karşılık, bir çok ülkede enformal ekonomi ve tarım sektöründe, kabul edilemeyecek düzeyde çocuk emeği sömürüsü devam etmektedir. Üye ülkelerin hemen tümünde tarım sektöründe çalışma yaşı 12’ye kadar inmektedir. Bunun yanı sıra, yeni üye olan ülkelerle birlikte, İngiltere, İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan’da özellikle yoksulluğun artmasına bağlı olarak, çocukların çok küçük yaşlardan itibaren, çöp toplayıcılığı, ayakkabı boyacılığı, satıcılık, trafik ışıklarında cam yıkama, dilencilik ve fahişelik gibi alanlarında yoğun biçimde kullanıldıkları tespit edilmektedir. Ayrıca, inşaat, tekstil ve ayakkabıcılık gibi sanayi kollarında da yoğun biçimde çocuk emeği kullanılmaktadır.
4. Zorunlu Çalışma

Emeğin zorunlu olarak çalıştırılmasını engelleyen 29 ve 105 sayılı ILO normları (Letonya hariç) tüm AB ülkeleri tarafından imzalanmıştır. Ancak, bir çok AB ülkesinde çeşitli biçimlerde zorla çalıştırma mevcuttur. Bunlardan en çarpıcı olanlarından bir tanesi, zorla mahkum emeği kullanılmasıdır. Avusturya, Almanya, İngiltere ve İspanya’da mahkumlar, özgür iradeleri dışında özel şirketler için çalıştırılmaya zorlanmaktadır. Sosyal güvenlik kapsamının da dışında tutulan bu mahkumlara ulusal asgari ücretin çok altında (örneğin Almanya’da asgari ücretin sadece yüzde 5’i kadar) bir seviyede ücret ödenmektedir.

AB ülkelerinde yaygın olarak görülen diğer bir zorla çalıştırma da özellikle, Uzak Doğu, Afrika ve eski Doğu Bloğu ülkelerinden gelen ya da getirilenlerin maruz kaldığı insan ticareti ile ilişkilidir. İçerisinde çocukların da bulunduğu bu insanlardan kadın ve kızlar fuhuşa zorlanırken erkekler, son derece ağır işlerde, hiçbir çalışma standardına uyulmaksızın çalıştırılmaktadır. Bu şekilde çalışanlar, herhangi bir sosyal güvenceye sahip olmadıkları gibi çoğu zaman emeklerinin karşılıkları olarak ücreti dahi alamamakta diğer bir söyleyişle, “köle” olarak çalıştırılmaktadır. Bu uygulamalar, içerisinde Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Hollanda, Portekiz, İspanya, İsveç ve İngiltere’nin de bulunduğu tüm AB ülkelerinde görülmektedir.

5. AB Dış Ticaret Politikalarında Temel Çalışma Standartları

AB, Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi (GSP) ile ticaret yaptığı az gelişmiş ülkelerde temel çalışma standartlarını bir ön koşul olarak getirmiştir. Buna göre, temel ILO standartlarına saygı gösteren ülkelere Avrupa piyasalarına girişte öncelik verilecek, bunu yerine getirmeyen ülkelerle ise ticaret yapılmayacaktır. ICFTU ve ETUC, Burma ve Beyaz Rusya’da dahil olmak üzere bir dizi ülkenin ILO standartlarını ihlal ettiği ve bunlara karşı yaptırım uygulanması gerektiği yönünde bildirimde bulunmuştur. Bunun üzerine 1997 yılında AB Bakanlar Konseyi’nin kararı ile Burma, AB GSP’sinden dışlanmıştır. Beyaz Rusya’ya yönelik araştırmalar ise devam etmektedir.

Sonuç

ICFTU’nun bu raporu, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde yürütülen AB’nin sosyal yönü ve üyeliğin Türkiye’nin sosyal yaşamını ne yönde etkileyeceği konusundaki tartışmalar için önemli veri sağlamaktadır. Her şeyden önce bu rapor, Avrupa’da çalışma standartlarının ve sosyal hakların sanıldığının aksine ne denli sorunlu olduğunu göstermesi bakımından çarpıcıdır. Bu bağlamda, bırakınız AB’ye yeni giren üyeleri, işçi sınıfı mücadelelerinin ve bununla elde edilen demokrasinin beşiği de sayılan ülkelerde dahi 19. yüzyılını çağrıştıran “vahşi” çalışma koşullarının varolduğu görülmektedir.

Öte yandan bu rapor, AB’nin kendi içinde koyduğu kurallar ve diğer (üye olmak isteyen ya da ticaret yapmak isteyen) ülkelere getirdiği kriterler ile kendi uygulamalarının ne denli çelişkiler içerdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Zira, imzalamış olduğu birçok ILO sözleşmesini açık olarak ihlal eden ülkelerden oluşan AB, kendisine katılmak ya da ticaret yapmak isteyen ülkelere aynı kriterleri yerine getirmediği için yaptırım uygulayabilmektedir.

AB’nin bu raporla da ortaya çıkan çelişkilerinin kaynağını, AB’nin benimsemiş olduğu ve uyguladığı ekonomik sistemin bugünkü süreci ile ilişkilendirmek sanırım yanlış olmayacaktır. Yukarıda da değinmeye çalıştığımız gibi AB, kapitalist sistemin içinde yer alan ülkelerin oluşturduğu ve bu sistemin gerekleri doğrultusunda hareket eden bir oluşumdur. Bu bağlamda AB, yeni liberalizmin öngördüğü, küresel rekabette üstünlük sağlamak hedefi doğrultusunda arz yönlü ekonomi politikaları ve esnek üretim sistemlerini uygulamaktadır. Çalışma standartları ve sosyal hakların geri götürülmesi de bu uygulamaların doğal bir sonucudur.

Konuya Türkiye’nin üyeliği süreci üzerinden baktığımızda, AB’nin özellikle kurucu ülkelerinde çalışma yaşamına ilişkin kazanımların Türkiye’den daha önce kazanıldığı ve daha gelişkin bir düzeye ulaştığı reddedilemez bir olgudur. Ancak, bu ülkelerin pek çoğunda söz konusu hakları geri götüren yeni liberal politikalar Türkiye’den çok daha önce ve çok daha hızlı biçimde yaşama geçirilmektedir. Bu anlamda, söz konusu ülkelerde çalışma standartları ve sosyal haklar Türkiye’den çok daha hızlı gerilemektedir. Kaldı ki Türkiye’nin yeni liberal politikalar doğrultusunda geriye götürülen çalışma standartları ve sosyal haklara ilişkin düzenlemelerinin birçoğu, AB’nin üyelik sürecinde Türkiye’nin önüne koyduğu Katılım Ortaklığı Belgelerinde de yer almaktadır. İş Kanunu, Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile Sosyal Güvenlik Reformu, Kamu Personel Reformu ve Kıdem Tazminatı Fonu Yasa Tasarısı gibi taslak çalışmalarda “AB normlarına uyum”un temel gerekçeler içinde sayılması da bu yöndeki somut örneklerdir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin büyük ölçüde yeni liberalizm uygulamaları ile ortaya çıkan çalışma standartları ve sosyal haklara ilişkin sorunların, yeni liberalizmi benimsemiş ve öncelikle uygulayan bir oluşuma üye olunarak çözülmesi gereksiz bir beklentidir. Bu beklentinin (sendikalar ve aydınların da katkıları ile) yaygınlaştırılması, başta emekçiler olmak üzere yeni liberal uygulamalardan olumsuz etkilenen kesimlerin sorunu bütünlüklü olarak algılanmasına engel olacaktır. Bu da çalışma standartları ve sosyal hakları da içeren özgürlükçü demokrasi talebi ile yürütülecek olan mücadeleleri engelleyecektir.

Bu süreçte yapılması gereken, sorunları ortaya çıkartan sistemi yeniden üreten bir yapıdan çözüm beklemek yerine, sorundan olumsuz yönde etkilenen kesimlerin örgütlü olarak mücadele etmelerini sağlayacak politikaların geliştirilmesidir. Bunun içinde öncelikle, sendikal yapılar tartışmaya açılmalı ve kayıtlı, kayıtsız çalışan tüm emekçiler ile işsizlerin örgütlenmesi sağlanmalıdır. Ayrıca, başta Avrupa’daki emekçiler olmak üzere bu sorunları yaşayan tüm ülkelerdeki emekçiler ile de mücadele birliğinin yolları aranmalıdır.

Konuya İlişkin Kaynakça

Akkaya, Yüksel. “”AB Sürecinin En Uyumsuz Alanı: Sosyal Haklar” İse, Niye AB?”, Birikim, Sayı: 187, (37-43)
Akkaya, Yüksel. “Avrupa Birliği ve Sendikacılık”, AB Türkiye Gerçekler, Olasılıklar, Ed. Mehmet Türkay, Yeni Hayat Kütüphanesi, İstanbul 2003, (218-240)
Çelik, Aziz. “AB Emeğe Zararlı mı?””, Birikim, Sayı: 187, (44-54)
Koray, Meryem. Avrupa Toplum Modeli? Nereden Nereye..., BASİSEN Eğitim ve Kültür Yayınları:31, İstanbul 2002
Gülmez, Mesut. Avrupa Birliğinde Sosyal Politika, Türkiye-AB Sendikal Koordinasyon Komisyonu Yatını, Ankara 2003
Yılmaz, Gaye. “Farklı Bir Kapitalizm: AB”, AB Türkiye Gerçekler, Olasılıklar, Ed. Mehmet Türkay, Yeni Hayat Kütüphanesi, İstanbul 2003, (101-140)
www.yasanacakdunya.net
www.sendika.org

* Bu yazı İktisat Dergisi’nin Ekim 2004 tarihli 454. sayısında yayınlanmıştır.
** Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi
* icftu.org/www/pdf/clseuropeanunionenglish2004.pdf (erişim tarihi, 3 Kasım 2004)
* Örneğin bu fark; Belçika, Çek Cumhuriyeti, Lüksemburg, Polanya, Slovekya ve İspanya’da yüzde 30, Fransa’da yüzde27, Avusturya ve İtalya’da yüzde 26, İsveç ve İngiltere’de yüzde 20’dir.

Hiç yorum yok: